METODUMUZ İDDİA DEĞİL İKNADIR. KAVLİ LEYL, TATLI DİLLE İKNA EDECEĞİZ.
MEŞRU ZEMİNDE MÜCADELEMİZE DEVAM EDİYORUZ.
ZAFERE GİDEN SEFERDEYİZ.
YAPTIK YİNE YAPARIZ .
YERYÜZÜNÜN
EN SEÇKİN VE İLERİCİ İNSANLARI MÜSLÜMANLARDIR.
İSLÂM EVRENSELDİR.
GELECEK MÜSLÜMANLARINDIR.
ZAFERE GİDEN SEFERDEYİZ.
EN GÜR SEDA İNANANLARIN SEDASIDIR.
ADİL DÜZEN KURAN NİZAMI DEMEKTİR.
İSLÂMSIZ SAADET OLMAZ.
İDEAL İNSAN
Bir kimseyi ideal insan yapan tek gerçek, İslam’dır. Yolu İslam ile bütünleşmeyen bir insan ya inkârcıdır, ya müşrik, ya münafık veya facir ve fasıktır. Yolu İslam’la bütünleşmeyen bir kimse, mademki gayesi İslam düzeni değildir, adı Müslüman bir kimse de olsa hak nazarında, Erbakan Hocamızın tabiriyle; beş para etmez. Erbakan Hocamız, ideal insanla ilgili şunları söyler; “Yeryüzünün en ideal insanları, en aydın en ilerici insanları şüphesiz Müslümanlardır. Müslüman olmak zaten bu dünyadaki en büyük ayrıcalıktır. İster batı, ister doğu, yani ister kapitalizm İster komünizm; hangi sistem olursa olsun artık ahir ömürlerini yaşamaktadırlar. Bizim meşhur misalimizle her yerde söylediğimiz gibi ne yaparsa yapsınlar; hangi oyunları oynarlarsa oynasınlar hepsi yok olup gideceklerdir. Ve Allah nurunu, onlar istese de istemese de tamamlayacaklardır. Ben kesinlikle inanıyorum ki; önümüzdeki yıllarda bütün dünyada en gür seda hakkın ve hakka inananların olacaktır.” Allah, hakka inanları da batıla inananları da sebepler ile imtihan etmektedir. Bir topluluğu, diğer topluluk karşısında üstün getirecek sebeplere, hangi topluluk daha fazla sarılırsa, Allah, onu diğerine galip getirir. Demek istediğimiz şudur ki; bir ordu disiplini ile davasına kilitlenen ve bütün sebeplere sarılan, hazırlıklarında kusur sahibi olmayan taraf, ordu disiplininden uzak, sebeplere sarılmak konusunda gevşeklik gösteren, mensupları arasında olması gereken kardeşlik bağları zayıf, güruh olmaktan öte geçmeyen tarafa her zaman üstün gelir. Erbakan Hocamız; teşkilat eğitimlerinde her defasında bu gerçeğe parmak basmış, Millî Görüşçüleri her bakımdan kenetlenmeye, birbirinin derdiyle ilgilenen, ortak olan bir topluluk olmaya çağırmıştır. Biz kendi içimizde böyle bir topluluk olmadan, başkalarının derdine nasıl çare olabiliriz ki! Birbirlerinin derdine ilgisiz bir topluluk, İslam’ın emrettiği bir topluluk olmaktan çok uzak olmaz mı?
EVRENSELLİK
İslam, evrensel bir dindir. Erbakan Hocamız şöyle der: “Bugün İslam’ın evrenselliğini ve herkes için saadet nizamı olduğunu, hemen hemen bilmeyen kalmamış gibidir. Bizlerin yapması gereken, yalanla ve çirkinlikle uğraşmak değil, doğru ve güzel olanla uğraşmaktır. İslam, en yücedir ve ondan yüce hiçbir şey yoktur. Bu geçek, peygamber hadisiyle ve Allah’ın kitabıyla sabittir. Bunda tartışma olmaz. Bu tür iddia ve ithamlarda bulunanları ben iki kısma ayırıyorum. Biri, kendilerine İslami tebliğin ulaşmadığı İnsanlar, diğeri ise İslam’ın
yüceliğini bildikleri halde ona dil uzatan ve onu bilerek gericilikle eş gören kalpleri mühürlü insanlar.” Topluma ne anlatacağız? Diye sorular soruluyor ve arkasından İslam’ın şekline ve ruhuna uygun düşmeyen mülahazalar ile bir şeyler ifade ediliyor. Ancak Allah bizden, insanları Allah’ın yoluna davet etmemizi istiyor ve bunun metodunu da ifade ediyor. Biz insanları tevhide çağırmaya, tevhit dini İslam’a davet etmeye mecburuz. Bu mücerret bir çağrı değil, müşahhas bir çağrıdır. Fert ve toplumları tevhide çağırmak; hakkı üstün tutan, nefis terbiyesini esas alan, maneviyaçılığı benimseyen bir zihniyete çağırmaktır. Fert ve toplumlara İslam’a çağırmaksa, barışa, huzura ve kardeşliğe, temel insan haklarına ve hürriyete, adalete, refaha, onur, izzet ve şerefe yanı Adil Düzen’e davet etmektir. İslam’ın tesettür, namaz, emanetleri ehline vermek gibi temel hükümlerini gevşeterek, fert ve toplumların daha kolay bir şekilde İslam’a koşacağına inanmak, kendimizi kandırmaktan başka bir şey ifade etmez. Zulmün her türlüsünü yasaklayan Allah, kendi rızasından çok, insanların rızasını gözeterek, yol almaya çalışanları, kendi halleriyle baş başa bırakır. Erbakan Hocamızın şu sözü, bizim için de geçerlidir; “Yanlışın en tehlikelisi, doğruya en yakın olan yanlıştır. Çünkü doğruyla karıştırılması ve insanların daha kolay aldatılması ihtimali taşımaktadır.” Allah’ın rızasına uygun düşmeyen tercihlerle, Allah’ın rızasına nail olunamaz. Erbakan Hocamızın; “Malıyla canıyla cihat eden bir Müslüman olarak anılmak isterim” niyazına candan âmin diyebilenlerden olmayı Rabbimden niyaz ederim. İslam, bütün insanlık için tek kurtuluş yoludur. Bu yol için olan gayret, saadettir.
DOST VE DÜŞMAN
Rabbimiz Allah Teâlâ; “İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile şirk koşanları bulacaksın…” buyuruyor. Günümüzde bu iki düşman, ABD yönetimi ile Siyonist İsrail’dir. ABD Başkanı Trump ile katil İsrail’in başbakanı Netanyahu’nun Müslümanlara karşı sergiledikleri alaycı ve düşmanca tavır, bu düşmanlığın en net delilidir. Gel de sen Erbakan Hocamızın; “domuzdan post, gâvurdan dost olmaz” sözünü yabana at! Müminlerin velisi müminlerdir. Rabbimiz buyuruyor: “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı ikame ederler, zekâtı verirler, Allah ve Resulü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir…” Biz, bu ayette zikredildiği gibi birbirimizin velisi olmazsak, yine bu ayette ifade edildiği gibi Allah’ın rahmet edeceği kimselerden olamayız. Münafıkların velisi münafıklardır. Rabbimiz buyuruyor: “Münafık erkeklerle münafık kadınlar birbirlerindendirler. Kötülüğü emreder, iyilikten sakındırırlar ve cimrilik ederler. Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar fasıktırlar.” İnkârcıdan, müşrikten, münafıktan, facir ve fasıktan mümine veli olmaz. Sözün başında ifade ettiğimiz gibi veliliğe layık olan ideal insan, İslam’a din ve düzen olarak teslim olmuş kimsedir. Şuurlu bir Müslüman, dava kardeşi için “arkadaş savar” olamaz. Meselelerine ilgisiz kalarak, onu “bir ateş çukurunun içine” itemez. Hocamızdan ibretlik bir söz de şudur: “Doğru çizmek ve uygun neticelere erişmek için, hem cetvelin hem de çizen elin düzgün olması şarttır.”
MİLLÎ GÖRÜŞ HAREKETİMİZİN TARİHİ
Türk siyasal hayatında Necmettin Erbakan ismi, onun siyasete kendi rengini verebilme başarısını göstermesinden ötürü, müstesna bir yere sahiptir. Esasında Türkiye’de çok partili yaşama geçildiğinden bu yana nice partiler kurulmuş, nice genel başkanlar var olmuştur.
Ancak her ne kadar her birinin kendine göre belirli kıymetleri de olsa, siyasete yön verebilme ya da siyaseti şekillendirme başarısını göstermek başka bir mana ifade etmektedir.
Ecevit, Baykal, Demirel, Türkeş, Çiller, Yılmaz, Özal, Bölükbaşı, Menderes, İnönü… Tüm bu liderlerin ortak özelliği; kitleleri belirli düzeyde ve belirli bir süre etkileyebilme başarısı göstermeleridir. Ancak bu isimlerin hiçbirisi kurulu düzenin değişimine dönük bir alternatif getirmemişlerdir. Adına uluslararası sistem diyerek “hüsnü-tabirleştirilmeye” çalışılan ırkçı emperyalist/Siyonist aklın belirlediği yörünge etrafında siyaset yapmayı tercih etmişlerdir.
Bu nedenledir ki, milliyetçi ya da muhafazakâr söylem kullanan partilerin dış politika hedefi ile sol söyleme sahip partilerin dış politika vizyonu aynı kapıya, AB/ ABD kapısına, çıkabilmektedir. Yaşadıkları ve yaşattıkları bu bilişsel uyumsuzluk karşısında bir sorgulamaya gidildiğinde ise iki tarafın savunması dahi birebir aynıdır. Ve cevap çok basittir: “Ne yapalım, dünyaya sırtımızı mı dönelim? Uluslararası sistem ile entegre olmak zorundayız!”
İşte Necmettin Erbakan, bu dile getirilen uluslararası sisteme entegre siyaset anlayışını tersyüz eden, bu anlayışa karşı kendi alternatif güzergâhını belirleyen ve bunu da belirli bir strateji dahilinde yürüten bir lider olduğu için Türk siyasal hayatına gerçek anlamda damga vurmuştur!
“Peki Türkiye’de mevcut sisteme karşı alternatif söylem geliştiren başka isimler ya da partiler yok mu” diye düşünüldüğünde marjinal sol partileri örnek gösterme yanlışına düşenler olmaktadır. Halbuki bu partiler başlangıcından itibaren içinde yaşadığı toplumun değerleriyle barışık olamayan, buna bağlı olarak kitleselleşmeyi başaramayan ve tutarsızlıklar içinde yaşamayı alışkanlık haline getirip hakikatin izini kaybeden yapılardır. Tek başarabildikleri; ideolojik aktarım yönleri kuvvetli olduğundan kapalı devre bir yöntemle dar bir çerçeveye hitap edebilmeleridir.
Erbakan Hoca ise bir yandan kurulu sisteme karşı koyarak alternatif geliştiren ama aynı zamanda içinde yaşadığı toplumun güvenini ve sevgisini kazanan bir lider olmayı başarmış, kurduğu partileri de bu çerçeveye oturtmuştur.
Sisteme Rağmen Sistem İçinde Sisteme Karşı Mücadele
Bilindiği gibi sistem; birbirleriyle etkileşim ve iletişim halinde olan parçaların birleşimiyle ortaya çıkan bir bütünlüğü ifade etmektedir. Bu tanıma göre, mevcut siyasal sistemin sınırları içerisinde hareket eden bir parça, o sistemin bir bileşeni olmaktadır. Diğer bir ifadeyle bu parça, etkileşimiyle o sistemin yeniden-yeniden üretilmesini ve güncellenmesini sağlamaktadır. “Sistem içinde kalarak sistem ile mücadele” tespiti, önyargılı ve eleştirel bakış açısıyla değerlendirildiğinde “sistemin bir parçası” olma ile eşdeğer mana yüklenerek anlaşılmaktadır.
O nedenle sol kesimler başından beri Erbakan Hoca’yı ve Milli Görüş hareketini, diğer sağ ya da merkez partiler gibi, sistem partisi olmakla itham etmektedir. “Sistemin bir parçası olanlar sistemi değiştiremezler” mottosuyla bir tespit yapmaktadırlar.
Aslında bu konu siyasi parti mücadelesinin yaygınlaştığı 1950’li yıllardan itibaren İslam dünyasında var olan tartışmalarda da gündeme gelen bir bakış açısıdır. Demokratik sistem ile mücadele edilirken yine demokrasinin bir aracı olan siyasi partiler aracılığıyla “mücadele etmek” düşmana benzemek anlamı taşıyacağından daha başlangıçta kaybedilen bir savaş gibi görülmüştür. Bu bakış açısı, tedrici metot yerine devrimci metodu öngören bir niteliğe sahiptir. Zaten mezkur düşüncenin sol partiler ya da onlardan etkilenen marjinal yapılar nezdinde itibar görmesi de bu yüzdendir.
Ne var ki, bu bakış açısı herhangi bir derinliğe sahip olmayan, romantik ve bir o kadar da ütopik karakterdedir. Devrim yaparken kimin neye göre ve nasıl devrileceği konusu büyük bir belirsizliktir. Devrim macerasının, yönetimine talip olunan ülke insanının birbiriyle karşı karşıya gelmesine neden olması ve büyük bir çatışma halini doğurması işten bile değildir. Müslümanlık değerleri üzerinden düşünüldüğünde ise zaten kaosa ve fitneye neden olacak türden bir metodun uygulanması ve normal karşılanması mümkün değildir.
Siyasal süreçte Erbakan Hoca’nın tüm Müslümanlara örnek olacak şekilde ortaya koyduğu siyaset yapma tarzı, bu yüzden dikkatle takip edilmelidir. Zira onun bu siyaset tarzı, dünya genelinde birçok siyasi hareketin başaramadığı ve bu yüzden de ciddi problemlerle karşı karşıya kaldığı mücadele yöntemine yeni bir izahat getirmektedir. Elbette her ülkede hâkim konumdaki siyasal sistemin hazmetme kapasitesi ya da tolerans düzeyi eşit olmamaktadır. Ancak şartlar dahilinde çıkış yollarını bulma konusunda siyasetin işlevsel yönünden de istifade edilmesi bir zorunluluktur.
Aslında, Erbakan Hoca’nın Gümüş Motor sürecinde ve Odalar Birliği mücadelesinde sistem ile kurduğu ilişki de benzeri bir nitelik arz etmektedir. Ancak bu yazı, Erbakan Hoca’nın siyasi yaşamına odaklandığından bunların detayına girilmeyecektir.
Türkiye’de ve dünyada hâkim (egemen) mevcut siyasi sistemin, 1969 yılında Bağımsızlar Hareketi’ni başlatan Erbakan Hoca tarafından doğrudan hedef tahtasına konulduğu bilinmektedir. Sistemin niteliğini ve eksiklerini faş eden ve sistemi açıkça sorgulamaya açan Erbakan Hoca, bu nedenle henüz siyasete girer girmez sistem tarafından “sakıncalı” konumuna getirilmiştir. Milli Nizam Partisi’nin kurulduktan kısa bir süre sonra kapatılması, bu konumlandırmanın dışa vurması olarak okunmalıdır. Sistem, fikirleri nedeniyle Erbakan Hoca’ya ve Milli Görüş’e karşı düşük tolerans göstereceğini daha yolun başında açıkça ortaya koymuştur.
Bu durumda Erbakan Hoca’nın ve dolayısıyla Milli Görüş camiasının önünde iki yol belirmiştir.
Bunlardan birincisi; siyasetin netice getirmeyeceği inancıyla illegal yola yönelmektir. “Biz tek başımıza gelecek kadar oy da alsak bunlar izin vermezler” şeklinde düşünmenin zihinlerde hâkim olmasıdır. Böyle olunca başka arayışlara kapı aralanacaktır. Ki, sistemin esas hedeflediği de bu sonuca ulaşmaktır. Zira meşru zeminden ayrılan bir rakip/muhalif, iktidar tarafından istenildiğinde kolaylıkla terörize edilebilecektir. Halbuki kural dışı mücadele etmek; kendi eliyle haklıyken haksız konuma düşmek demektir. Otorite sahiplerinin kural dışı olması da bir mazeret olamayacaktır.
İkinci seçenek ise; “atı alan yolu da almadı ya” diyerek kalınan yerden yeni bir başlangıçla mücadeleye devam etmektir. Bu çok zahmetli bir yolculuktur belki ama meşru zeminde kalmak için de başka bir seçenek yoktur.
Erbakan Hoca, açıkça ikinci seçeneği tercih etmiştir. Sistemin tüm dışarıya çıkarma girişimlerine ve gayrimeşru alana çekme çabasına karşı meşru zeminde mücadele etme kararından hiçbir zaman taviz vermemiştir. 12 Eylül öncesi sağ-sol cinayetleri döneminde en hareketli tabana sahip liderlerden olduğu halde teşkilatlarını şiddetten uzak tutmayı başarmıştır. Aynı dönemlerde İslam dünyasında yaşanan gelişmelerle şekil alan radikal oluşumların tabana nüfuz etmesine engel olmuştur. 28 Şubat darbe sürecinde ve Refah Partisi’nin kapatılması sonrasında iç çatışmaya evirilmeye hazır kitleleri sakinleştirmeyi başarmıştır. Sistemin Milli Görüş’ü gayri meşru zemine yönlendirme çabalarının en görünür olanı; Milli Görüş partilerinin 3’ü Anayasa Mahkemesi kararıyla birisi de darbe nedeniyle olmak üzere 4 partisinin kapatılması gelişmeleridir. Bir siyasi partinin birden fazla kere kapatmaya maruz kalması esasında motivasyonu ve özgüveni kaybettirecek bir unsurdur. Ancak Erbakan Hoca kendi toplumsal tabanını, bu kapatmaların ve engellemelerin mücadele sürecinde yaşanabilecek normal gelişmeler olduğuna ve kendilerini esir almasına müsaade edilmemesi gerektiğine büyük ölçüde ikna etmeyi başarmıştır. Uyuşturucu kaçakçılığından PKK’yı desteklemeye kadar nice iftiraların dile getirilmesine karşın toplumda karşılık bulmaması bu ikna sürecini yönetebilme başarısındandır. Sisteme rağmen sistem içinde kalarak sistem ile mücadele etme çabasına geniş taban tarafından da riayet edilmesi hiç kuşkusuz gerçek anlamda bir liderlik başarısıdır.
Erbakan’ın Kritik Anlarda Verdiği Kritik Kararlar
Alternatif bir düzen arayışında olan Milli Görüş Hareketi’nin sistem tarafından terörize edilememesi ya da saha dışına çıkarılamaması yalnızca savunma stratejileriyle açıklanamayacaktır. Bunun aynı zamanda birtakım somut adımlarla da desteklenmeye ihtiyacı bulunmaktadır. Bu anlamda tarihsel süreç içerisinde Erbakan Hoca’nın bazı kritik anlarda kritik kararlar aldığını aşağıdaki örneklerle özellikle hatırlatmak gerekmektedir.
Hatırlanacağı gibi, 1973 seçimlerinde kritik oranda oy alan MSP’nin CHP ile koalisyon kurması esasında beklenen bir durum değildi. Ancak Erbakan Hoca, özellikle tabanın tüm endişelerine rağmen CHP ile hükümet kurmayı tercih etti. Kıbrıs Barış Harekâtı gibi büyük bir özgüvenle bahsedilen icraatların sergilendiği bu koalisyon aynı zamanda Milli Görüş’ün iktidar gücüyle tüm yurt sathına yayılmasını, MNP’nin kapatılmasından kaynaklı var olan endişelerin azalmasını, sistemin Milli Görüş’ü ve temsil ettiği kitlenin meşruiyetini kabullenmesini beraberinde getirdi. Bu koalisyonun akabinde ise kısa bir süre sonra masonluk tartışmalarıyla öne çıkan S.Demirel başta olmak üzere milliyetçi-muhafazakâr sağ siyaset ile Milliyetçi Cephe hükümetleri kuruldu.
Bugün bu iki farklı koalisyonun içinde yer almak normal karşılanabilir, ancak o tarihlerde menfaat için ilkelerin gözden çıkarıldığı yönünde Erbakan Hoca’ya karşı yürütülen tezviratları unutmamak gerekmektedir. Yine 1991 yılında Türkeş’in MÇP’si ile bir araya gelmek ya da 1996 yılında Çiller ile hükümet kurmak da benzeri bir mantaliteye sahiptir. Tarihsel süreç içerisinde Erbakan Hoca’nın tercihlerine bakıldığında; onun Meclis’e girme, iktidara gelme veya diğer bir ifadeyle icraat yapabilme imkânı bulduğu anda bu imkândan yararlanmak için her ihtimali masaya yatırmaktan çekinmediğini söylemek mümkündür.
Sonuç itibarıyla, siyasal mücadelenin de bir yansıması olarak, Türk siyasal hayatında sistem partileri denilen partilerin her birisiyle birlikte bir süreç yürütüldüğü görülmektedir. Siyasal sistem varlığını sağda ya da solda konumlanan elitler aracılığıyla devam ettirirken Erbakan Hoca, iki tarafı da siyaseten her daim karşısına almış ama yeri geldiğinde yanına da almıştır. Siyasi sürece yön vermek için siyasal varlığı devam ettirmek gerekmektedir. Siyasal varlık ise güçlü bir ideolojik kimlik ve yaygın toplumsal destek ile devam edebilir.
Sonuç olarak Erbakan Hoca, Türk siyasal hayatına damga vuran mücadelesinde saha dışına itme girişimlerini boşa çıkartan ama aynı zamanda da sisteme karşı alternatif öneriler getirerek siyaseten çıkış yolu ortaya koyan bir liderdir. 55. yılına giren Milli Görüş hareketinin tüm engellemelere ve yasaklamalara rağmen varlığını sürdürebilmesi ve belirli ölçülerde halen toplumsal desteğini sürdürebilmesi Erbakan Hoca’nın kritik zamanlarda aldığı kararlar ile doğrudan bağlantılı görülmektedir. Zira bu kararlar Milli Görüş partilerinin sürekli olarak gündemde kalmasına neden olacak stratejik hamleler olarak belirmektedir
Bayram ve Kandil Gecelerimizde
Müslümanlar için 5 ders vardır. Bunlar:
1-Ümmet olma şuuru,
2-Cihat şuuru,
3-Fakirleri gözetme şuuru,
4-Hakkı üstün tutma şuuru,
5-Teslimiyet şuuru dersleridir.
Bu dersleri alıp ne yapacağız? Cebimize mi koyacağız! Hayır. Gereklerini yerine getireceğiz. İnsanlığın kurtuluşu ancak ve ancak Saadet Partisi ile mümkündür. Bunun için Müslümanlar olarak, üç görevimiz bulunmaktadır. Önce şuurlanacağız. Bunun yolu İslam dinini doğru bir şekilde öğrenmektir. İslam dini sadece abdest ve namazdan ibaret değildir. Elbette namaz ve abdest olmadan iman olmaz, ancak İslam’ı bunlardan ibaret görmek, büyük bir yanlışlık olur. İslam dini her şeyi tanzim etmiştir. Bundan dolayı İslamsız Saadet olmaz. Cihat şuuruna sahip olup gereğini yapmadan kurtuluşa eremeyiz. ‘Şuurlanma, Çelikleşme ve Üretim’ görevlerimize önem vermeliyiz. İnsanlığın saadeti ancak Saadet Partisi’nin iktidarı ile mümkündür. O zaman ne yapacağız? Önce şuurlanacağız, çelikleşeceğiz ve üretim yapacağız. Bunları yapmadan başarılı olmamız mümkün değildir. Saadet Partisi vücudun sağlam hücresidir. Bu sağlam hücre ne kadar çok çalışırsa vücut o kadar sağlıklı olur. Eğer Saadet Partisi olmasaydı, yani sizler, Türkiye çoktan İsrail’e vilayet yapılmıştı. Allah’ın izniyle buna hiçbir zaman müsaade etmeyeceğiz.” Berat Gecemizi bu şuurla idrak edip yaşayanlar bayram yapmış olurlar. Bu Berat Gecemizde gecemizin; ümmet olma, cihat, fakirleri gözetme, hakkı üstün tutma, İslam’a teslimiyet şuurunun gelişmesi ve Yaşanabilir Bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye, Yeni Bir Dünya’nın kuruluşunun zemini olmasını Allah’tan niyaz ederiz.
FAKİRLERİ GÖZETME ŞUURU
Mülk Allah’ındır, insanlar mülkün emanetçileridir. Allah’ın verdiği nimetlerden infakta bulunmak müminlerin temel özelliklerindendir. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” esası fakirleri gözetmeyi gerektirir. Bunun için İslam, infak görevini sürekli olarak hatırlatmakta ve emretmektedir. Rabbimiz Allah, kuluna, tasarrufu altındaki malda muhtaçların hakkının bulunduğunu bildirmiş ve bu hakkın ödenmesini emretmiştir.
HAKKI ÜSTÜN TUTMA ŞUURU
Hak: Her zaman ve her şart altında isabetli olan ve değişmeyen gerçektir. Millî Görüş: Temeli sevgi ve şefkat olan, milletimizin inancını, kimliğini, tarihini, ruh kökünü, kültürünü temsil eden, düşüncenin adıdır. Üstün tutulması gereken hak, İslam’dır. Hak üstün tutulmadığı zaman iman da olmaz, nizam da olmaz. İslam; insanların dünya ve ahiret saadetine ulaşmaları için Allah tarafından gönderilen düzenin adıdır. İnsanlık ne zaman bu asıl yolda yürümüşse saadet bulmuştur. Günümüzde bu asıl ve sağlam yolu Millî Görüş temsil etmektedir. İslam; Allah’ın rızasıdır.
TESLİMİYET ŞUURU
Bütün peygamberlerin tebliğ ve telkin ettiği İslam’ın hakikati, “Hakk’a ve O’ndan gelene tam bir teslimiyet”ten ibarettir. Bu teslimiyet, körü körüne bir teslimiyet değil, hidayet, feraset ve dirayet ile şuurlu bir şekilde Allah ve Resulünün emirlerine tam bir teslimiyettir. Allah’a ve Resulüne teslimiyet, Kur’an ve sünnete teslimiyettir. Müslümanlık, teslim olmaktır. Teslimiyetin ölçüsü ise “işittik ve itaat ettik” esasıdır. Bu Kurban Bayramı’nın ümmet olma, cihat, fakirleri gözetme, Hakkı üstün tutma, İslam’a teslimiyet şuurunun gelişmesi ve “Yaşanabilir Bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye, Yeni Bir Dünya”nın kuruluşunun zemini olmasını Allah’tan niyaz ederiz. Berat Gecemiz mübarek olsun.
ADALET, AHLAK VE REFAH
Türkiye gibi önemli bir ülke, yanlış bir zihniyet, hileye dayanan bir rejim, zulmü esas alan faizci kapitalist düzen ile yönetiliyor. Bu tercih, toplumda adalet duygusunu, ahlakı ve refahı ortadan kaldırıyor. Bu kötü gidişattan kurtulmanın tek çaresi Milli Görüş’e dönmektir. Milli Görüş demek, “önce ahlak ve maneviyat” demektir. Maddi ve manevi kalkınmayı birlikte planlayıp yürütmek demektir. Kalkınmak “adil düzen” ortamında olur. Böyle bir düzende birlikte yaşamak, çatışarak değil uzlaşarak mümkündür. *Adalet mülkün temelidir. Ahlak, toplumsal barışın dayanağıdır. Refah ise, üretim ile gerçekleşir. Üretmeyen bir ülkenin refahından söz edilemez. Adil Düzen demek, Saadet Partisi iktidarı demektir. Bunun için Saadet Partisi, toplumun bütün kesimlerini uzlaştırmaya çalışıyor.
Bütün İnsanlığın, İslâm Alemi’nin ve İzzetli Milletimizin Mübarek Berat Kandilini/Gecemizi candan tebrik ediyorum.
Allah(c.c.), Berat Gecemizi, İslâm Birliği’nin, Yeni Bir Birleşmiş Milletler’in ve Adil Düzen’e dayalı Yeni Bir Dünya’nın kurulmasına vesile eylesin.
Gelecek Ramazan Bayramında Saadet İktidarının kutlanmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ederek sizleri şimdilik Allah’a emanet ediyorum. Gözlerinizden öperim.
Gazanız mübarek olsun.
Hepinizin dualarınızı bekliyorum. Cenab-ı Allah pek çok Mübarek Gecelere saadetler içerisinde kavuştursun.
Allah(c.c.)’ emanet olun.
Allah(c.c.), Filistinde, Gazze’de, Cenin’de Refah’ta, Lübnanda ve bütün mazlum coğrafyadaki kardeşlerimize hayırlar getirmesini ve Direniş Cephemizin zaferini görmemizi nasip eylesin. Heryer Filistin olacak… İnşaAllah.
Gazanız mübarek olsun.
Hepinizin dualarınızı bekliyorum. Cenab-ı Allah pek çok bayramlara saadetler içerisinde kavuştursun.
Allah(c.c.)’ emanet olun.
Sevgi ve saygılarımla küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperim.
Muharrem Bozçal / AVRUPAPRESS